Hakkari’de sevimli sincabın yeni yuva heyecanı Hakkari’de sevimli sincabın yeni yuva heyecanı

Hakkari… Yüksek dağların gölgesinde, kadim bir tarihin ve zengin bir kültürün beşiği olan bu güzel şehrimiz, son zamanlarda yürek burkan bir gerçeklikle gündeme geliyor. İnternet sitelerine yansıyan, art arda gelen intihar haberleri, sadece birer istatistik olmanın ötesinde, toplumsal vicdanımızı derinden sarsan, sessiz ama acı bir çığlığın yankısıdır. Bu çığlık, ne sadece gençlerin, ne de sadece yaşlıların feryadı; bu, hayatın zorlu yükü altında ezilen, umutsuzluğa sürüklenen her yaştan insanımızın sessiz haykırışıdır.
Bu trajik tabloyu anlamak için, Hakkari’nin kendine özgü sosyo-ekonomik ve coğrafi koşullarına yakından bakmak gerekiyor. İşsizliğin pençesinde kıvranan gençler, ekonomik belirsizliğin yarattığı gelecek kaygısı, eğitim ve fırsat eşitsizliğinin derinleştirdiği uçurumlar… Tüm bunlar, bireylerin psikolojisi üzerinde ağır bir yük oluşturuyor. Geleneksel yapının getirdiği toplumsal baskılar, aile içi sorunlar, ruhsal sıkıntıları açıkça konuşmanın önündeki engeller ve psikolojik destek mekanizmalarına erişimin kısıtlılığı da bu sorun yumağını daha da karmaşık hale getiriyor. Geçmişte yaşanan travmatik olayların izleri, madde bağımlılığı gibi sorunlar da bu kırılgan zemini daha da kayganlaştırıyor.
Ancak, bu derin yarayı anlamaya çalışırken, acıtıcı bir özeleştiri yapmaktan da kaçınmamalıyız. Eskiden Hakkari’nin sokaklarında yankılanan komşu sohbetleri, kapı önlerinde edilen çay muhabbetleri, düğünlerde ve cenazelerde hissedilen o güçlü dayanışma ruhu ne kadar da solgunlaştı değil mi? Komşuluk ilişkilerimiz, modern hayatın dayattığı bireyselleşme ve hızlı yaşam temposu içinde adeta buharlaştı. Aynı apartmanda, yan yana evlerde yaşayan insanlar bile birbirlerinin derdinden, tasasından bihaber yaşar hale geldi. Oysa, zor zamanlarda ilk sığınacağımız limanlar, yanı başımızdaki komşularımızdı. Bu bağların zayıflaması, yalnızlık hissini derinleştiren önemli bir etken değil midir?
Çağımızın vazgeçilmezi haline gelen cep telefonları ve sosyal medya platformları, bir yandan dünyayı avucumuzun içine sığdırırken, diğer yandan bizi gerçek iletişimden, yüz yüze etkileşimden kopartarak toplumsal bir iletişimsizliğe sürükledi. Sanal dünyada kurulan yüzeysel ilişkiler, gerçek hayattaki bağların yerini tutamaz oldu. Duygularımızı emojilerle ifade etmeye çalışırken, yanımızdaki insanın gözlerindeki hüznü, sesindeki titremeyi fark edemez hale geldik. Oysa, gerçek destek ve anlayış, sanal beğenilerden çok daha fazlasını ifade eder.
İzlediğimiz televizyon dizileri, sosyal medyada takip ettiğimiz "mükemmel" hayatlar, çoğu zaman gerçeklikten uzak, idealize edilmiş senaryolar sunuyor. Bu durum, özellikle gençler arasında yetersizlik hissi, kıyaslama ve mutsuzluk gibi duyguları tetikleyebiliyor. Sunulan tüketim odaklı yaşam tarzları, maddi imkanları kısıtlı olan bireylerde derin bir umutsuzluğa yol açabiliyor. Şiddeti normalleştiren, sorunlara sağlıksız çözümler sunan yayınlar, özellikle hassas dönemdeki gençler üzerinde olumsuz bir etki yaratmıyor mudur?
Bunlar sadece birkaç örnek… Aile içindeki iletişim sorunları, kuşak çatışmaları, geleneksel değerlerin erozyonu, ekonomik baskının yarattığı stres, eğlence ve sosyal aktivite imkanlarının kısıtlılığı gibi daha pek çok dolaylı etken, Hakkari’deki bu derin yarayı besliyor. Bizler, toplum olarak bu etkenlerin farkında mıyız? Bu sorunlarla mücadele etmek için ne kadar çaba gösteriyoruz?
Devletimiz, bu acı gerçeğin farkında olarak önemli adımlar atmaya çalışıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çeşitli destek programları, Yeşilay Danışmanlık Merkezleri (YEDAM) aracılığıyla sunulan psikolojik danışmanlık hizmetleri, hastaneler ve belediyelerin yürüttüğü çalışmalar umut verici. Psikologlar, sosyal hizmet uzmanları sahada aktif rol alıyor, okullarda rehberlik servisleri güçlendiriliyor, danışma hatları ve kriz müdahale ekipleri oluşturuluyor. Evde bakım hizmetlerinden bağımlılıkla mücadeleye kadar geniş bir yelpazede sunulan bu hizmetler, aslında devletin bu soruna ne kadar ciddi yaklaştığının bir göstergesi.
Ancak, bu çabaların tek başına yeterli olması mümkün değil. Bir elin nesi var, iki elin sesi var misali, Hakkari halkı olarak bizlerin de bu süreçte aktif rol alması, devletimizin çabalarına omuz vermesi hayati önem taşıyor. Her şeyi devletten beklemek yerine, bireysel ve toplumsal sorumluluğumuzun bilincinde hareket etmeliyiz.
Komşumuzun kapısını çalmak, yaşlılarımızı yalnız bırakmamak, gençlerimizi sadece eleştirmek yerine anlamaya çalışmak, sessizliği fark edip konuşmaya ve dinlemeye istekli olmak… İşte halk olarak yapabileceğimiz ilk adımlar. Psikolojik desteğin bir lüks değil, temel bir ihtiyaç olduğunu anlamalı ve bu konuda farkındalık yaratmalıyız. Ruh sağlığı sorunları hakkında konuşmaktan çekinmemeli, yardım arayanları yargılamak yerine desteklemeliyiz.
Toplum olarak yeniden değerlerimize sarılmalıyız. Dayanışma, paylaşma, hal hatır sorma gibi insani erdemlerimizi yeniden canlandırmalıyız. Aile içindeki iletişimi güçlendirmeli, arkadaş çevrelerinde yalnızlaşmayı önlemeli, kısacası birbirimize destek olacak, umut aşılayacak bir sosyal doku oluşturmalıyız.
Medya ve sosyal medya platformları da bu konuda büyük bir sorumluluk taşıyor. Şiddeti, karamsarlığı ve değersizliği körükleyen yayınlar yerine, umut aşılayan, çözüm önerileri sunan, farkındalık yaratan içerikler üretmeliyiz. Haber dilimizin daha duyarlı olması, intihar vakalarını sansasyonel bir şekilde sunmaktan kaçınmamız gerekiyor.
Unutmayalım ki, bir insanı hayata döndürmek için bazen bir sıcak bir gülümseme, içten bir "nasılsın?" sorusu, umut dolu bir kelime yeterli olabilir. Ama o insanı kaybettikten sonra söylenen binlerce sözün hiçbir anlamı kalmaz. Hakkari halkı olarak, bu derin yarayı sarmak, bu sessiz çığlıkların yankısını dindirmek için el ele vermeliyiz. Devletimizin sunduğu destek mekanizmalarına sahip çıkmalı, kendi içimizde de dayanışmayı ve umudu yeşertmeliyiz. Öncelikle de, kendi hatalarımızı, eksikliklerimizi görmezden gelmemeli, daha duyarlı, daha ilgili bir toplum inşa etmek için çaba göstermeliyiz.
Çünkü Hakkari’de, tüm zorluklara rağmen, hala umut var. Yeter ki o umudu görmezden gelmeyelim, yeter ki o sessiz çığlıklara kulaklarımızı tıkamayalım.
Arif Demir/ Hakkari Yeşilay Spor Kulübü Başkanı

Editör: Haber Merkezi