Mezopotamya’nın rüzgârı, çağlar boyunca nice hikâyeler fısıldadı. Bu rüzgâr, bazen bir destan gibi yankılandı, bazen bir ağıt gibi içleri sızlattı, bazen de bir halkın yüreğinden kopan bir başkaldırıya dönüştü. O rüzgâr bir gün, bir çocuğun kulaklarına dokundu. Önce bir ninni gibi hafifçe, sonra derin bir hüzünle… Ardından bir uyanışa dönüştü. O çocuğun adı Ali Tekbaş’tı. Ve o, duyduğu her ezgiyi bir hafıza gibi içinde taşıdı.

1981 yılında, Amêdiye’nin taş sokaklarında dünyaya geldi. O sokaklar, zamanın yükünü omuzlarında taşıyan ayak izleriyle doluydu. Her taşın altında bir hikâye, her duvarın ardında bir türkü saklıydı. O, bu türküleri yalnızca dinleyen bir çocuk olmadı; onları ruhuna işleyen, kaderine kazıyan, yankısını geleceğe taşıyan bir anlatıcıya dönüştü. Çocukluğu, sınırların ve belirsizliklerin kıyısında geçti. Ama o, karanlığın içinde bile bir ışık gördü. O ışık, Mezopotamya’nın kadim sesiydi. Çünkü bazı acılar susarak değil, ancak anlatılarak taşınabilirdi.

1988 yılında, Halepçe Katliamı’nın acısı tüm coğrafyanın kalbine kazındığında, Ali ve ailesi Hakkâri’ye doğru zorlu bir yolculuğa çıktı. Bu yolculuk sadece mesafelerle değil, ölüm korkusuyla, yoklukla, göç yollarının bilinmezliğiyle doluydu. O yıllarda sınır çizgileri, insanların yaşamlarını bölüp parçalayan soğuk duvarlar gibiydi. Ama Ali’nin ruhu hiçbir sınır tanımadı. Hayatta kalmak, var olmak ve anlatmak için bir yol buldu. Hakkâri’ye vardığında, bu kadim şehrin taş duvarları arasında büyüdü. İlk, orta ve lise eğitimini burada tamamladı. Şehrin her sokağı, ona bir hikâye öğretti.

Ancak Hakkâri’nin çocukları için hayat hiçbir zaman kolay olmadı. Sert dağ rüzgârlarıyla, uzun ve acımasız kışlarıyla, işsizlikle, umutsuzlukla sınandılar. Şehirde eğitim almak bir ayrıcalık değil, büyük bir mücadeleydi. Yollar uzun, imkanlar kıttı. Ama Ali, tüm bu zorlukların içinde sesini kaybetmedi. Bir melodi gibi yükseldi, her engele rağmen kendini buldu. Müzik, onun yalnızca bir tutkusuydu değil; aynı zamanda hayata tutunma sebebiydi.

Onun müzikle tanışması bir rastlantı değil, bir kaderdi. Çünkü bu topraklarda doğan herkes, ninnilerle, ağıtlarla, dengbêjlerin titreyen sesleriyle büyürdü. Ali de öyle büyüdü, ama bir farkla: O, duyduklarını sadece yüreğinde saklamadı; onları geleceğe taşımaya karar verdi. Hakkâri’nin doruklarında yankılanan dengbêjlerin sesini dinledi, o sesleri notalara işledi, onları çağlar ötesine ulaştıracak bir köprü kurmaya başladı. Çünkü müzik, unutulmuş olanı hatırlamanın en güçlü yoluydu. Çünkü müzik, sesi kısılmışların, dili susturulmuşların yeniden haykırışıydı.

Dicle Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na adım attığında, tek derdi nota ezberlemek ya da teknik öğrenmek değildi. O, müziğin özüne ulaşmak istiyordu. “Bazı insanlar yaşar, bazıları anlatır. Ben anlatmayı seçtim,” diyordu. Ve işte bu anlatım, 2003 yılında bir hareketin adı oldu: Lawje.

Lawje bir müzik grubundan fazlasıydı. Geleneksel Kürt müziğini yeniden derleyip yaşatmaya karar veren bir avuç idealist insanın eseriydi. Bu hareketin arkasında, büyük emekleri olan ve Ali Tekbaş’ı teşvik eden iki önemli isim vardı: Serdar Özdinç ve Bülent Çetin. Onların yönlendirmesiyle geleneksel müzikler derlenmeye başlandı, yitip gitmeye yüz tutmuş ezgiler gün ışığına çıkarıldı. Bu kıymetli çabanın sonucunda, Ali Tekbaş; Serhat Bostancı ve Ali İmren Erin ile birlikte Lawje’yi kurdu. Onlar yalnızca müzik yapmakla kalmadılar, bir mirası yeniden inşa ettiler.

Serhat Bostancı ve Ali İmren Erin, Lawje’nin kuruluşunda Ali Tekbaş ile omuz omuza vererek, geleneksel müziğin sesi olmaya karar verdiler. Kürt coğrafyasının sözlü tarihi, onların dokunuşuyla yeniden hayat buldu. Çünkü dengbêjler, sadece şarkılar söyleyen insanlar değil; halkının hafızasını, acısını ve direnişini geleceğe taşıyan anlatıcılardı.

Ali Tekbaş yalnızca bir sahne sanatçısı olmadı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Aram Tigran Şehir Konservatuvarı'nda geleneksel müzik eğitimi verdi. Uluslararası sahnelerde konserler vererek, film müzikleri besteleyerek ve opera projelerine katılarak sanatını zirveye taşıdı. 2019 yılında, Mozaic projesi kapsamında geleneksel Kürt melodilerini Amerika'nın dört bir yanında müzisyenlerle ve dinleyicilerle buluşturdu. Yaptığı müzik sadece bir melodi değil, halkının hikâyesini anlatan bir köprüydü. Çeşitli televizyon programları ve müzik videolarıyla kültürel çeşitliliği tanıtarak, halk müziğini geniş kitlelere duyurdu. Bugün Londra’da yaşamakta olan Ali Tekbaş, Kürt müziği üzerine olan çalışmalarına tutkuyla devam etmektedir.

Ve şimdi… Hakkâri’nin gençlerine seslenmek gerek. O toprağın çocuklarına… Mezopotamya’nın rüzgârını dinleyin. O rüzgâr size bir şeyler fısıldıyor. Tıpkı yıllar önce bir çocuğun kulaklarına fısıldadığı gibi… O çocuk büyüdü. O, duyduklarını dünyaya haykırdı. Peki ya siz?

Yoksulluk, imkânsızlık, umutsuzluk… Bunlar kaderiniz değil. Elinizde bir kalem, bir kitap, bir enstrüman varken yenilgiyi kabullenmek, Mezopotamya’nın çocuklarına yakışmaz. Sahip olduğunuz en büyük hazine, sizi geçmişin yankılarıyla buluşturacak olan hafızanızdır. Zararlı alışkanlıkların, umutsuzluğun ve çaresizliğin sizi esir almasına izin vermeyin. Sizi köleleştiren değil, özgürleştiren yolları seçin. Çünkü bu topraklarda her zaman direnenler kazanmıştır.

Dengbêjlerin seslerini dinleyin. O sesleri taşıyan son kuşak siz olabilirsiniz. Çünkü tarih, ancak anlatılırsa yaşar. O eski taş sokaklardan yükselen ağıtları, ninnileri, kahramanlık destanlarını unutmayın. Eğer unutursanız, bir halkın sesi eksilir, bir medeniyetin yankısı silinir. Ama hatırlarsanız… İşte o zaman, bir melodinin dünyayı değiştirebileceğini görürsünüz. Çünkü bazı sesler asla susmaz. Çünkü bazı hikâyeler unutulmaz.

Bu köşe yazısını yazmaktaki amacım, yalnızca Ali Tekbaş’ın başarılarını anlatmak değil, aynı zamanda Hakkâri’de umutsuzluğa kapılan gençlere bir mesaj vermektir. İçinde bulunduğunuz karanlık sizi yıldırmasın. İçinizdeki ışığı keşfedin, bir hedef belirleyin ve onun peşinden koşun. Çünkü her büyük hikâye, bir hayalle başlar.

Ve ben, bu topraklardan çıkan nice Ali Tekbaş’ların hikâyelerini yazmaya devam edeceğim. Çünkü umutsuzluk, ancak anlatılan başarı hikâyeleriyle yenilebilir. Çünkü her genç, içindeki yeteneği keşfettiğinde dünyayı değiştirebilir. Ali Tekbaş gibi...