Bazı şehirlerde kahramanlar heykellerde yaşar, adları meydanlara verilir. Bazı şehirlerde ise kahramanlar karanlıkta yürür; ne isimleri bilinir, ne de hikâyeleri anlatılır. Hakkâri, işte o ikinci tür şehirlerden biridir. Ve bu şehrin en suskun kahramanları, siren seslerinin ardına gizlenmiş 112 acil sağlık personelidir.

Bu coğrafyada 112’yi aramak sadece bir sağlık hizmetine ulaşmak değildir; çoğu zaman kaderin kırılma anına temas etmektir.

Çünkü Hakkâri’de ambulansın ulaşacağı yol, İstanbul’da bir kavşak değil; bazen uçurumun kıyısından geçen bir patikadır. Bazen bir metreyi bulan kar tabakası, bazen bir mezrada kapanmış yol, bazen de geceyi yutan bir sessizlik… Ama o sessizliğin içinden bir ses yükselir: siren. İşte o anda şehir, görünmeyen bir kalple atmaya başlar.

Hakkâri 112 çalışanları, bu coğrafyanın göğsüne iliştirilmiş sabırlı bir nabız gibidir. Onların mesaisi, takvimle değil; vicdanla ölçülür.

Gün aydınlanmadan yola çıkarlar, çünkü doğuda sabah bile geç doğar. Geri dönmeleri, çoğu zaman bir canla birlikte olur – ya hayata tutunmuş bir kalple, ya da vedaya eşlik etmiş bir gözyaşıyla.

Birçoklarının fark etmediği bir başka gerçek de şudur: Sağlık personelinin mücadele ettiği tek şey yaralı bir beden değildir. Bazen buzla kaplı bir yol, bazen yetersiz ekipman, bazen bir ambulansın devrilmeye yüz tutmuş sesi olur rakipleri. Ama belki de en acı olanı, boşuna çalan telefonlardır. Asılsız çağrılar… “Bir bakın dedim, bir şeyim yok aslında,” diyerek meşgul edilen hatlar. Oyalanan her saniye, gerçekten ihtiyacı olan birine geç kalmak demektir. Ve bu, bir sağlıkçının ruhuna çöken en ağır yüktür.

Yine de yılmazlar. Çünkü onlar bu işi sadece yapmak için değil, yaşamak için seçmiş insanlardır. Hakkâri’nin dağlarında doğan bu insanlarda, insan hayatına karşı derin bir saygı vardır. Bu yüzden donan yolda yürürler, kar motoruna binerler, saatlerce sürecek bir mesafeyi göze alırlar. Çünkü bilirler: Sağlık, sadece şehir merkezlerinin konforlu sokaklarına ait bir hak değildir. En uçtaki köyün en yoksul insanı da aynı nefesle yaşar, aynı özenle yaşatılmalıdır.

Bu meslek bazen insanı kahraman yapar, ama çoğu zaman sadece yalnız bırakır. Bayram sabahında siren sesiyle uyanan bir çocuk olur. Annesinin nöbette olduğunu öğrenen bir evlat, “Benim annem insan kurtarıyor” diyerek teselli bulur. Ama içten içe, her kurtarılan canın bir parça eksilttiği bir sağlıkçı kalbi vardır geride.

İşte bu yüzden, Hakkâri 112 çalışanlarına dair yazılan her cümle, sadece bir teşekkür değil; bir borç ödemesidir. Onlar görünmez kahramanlar değil, görülmeyen yüklerin taşıyıcılarıdır. Her çağrıyla birlikte, bir hayatın kırılgan terazisinde denge kurarlar.

Ve şunu da unutmamak gerekir: Onların sesi sirenle duyulur, ama gerçek çığlıkları içlerinde saklıdır. O çığlıklar; zamanında yetişilemeyen bir çocukta, bir annenin soğuyan elinde, bir gencin yitip giden nefesinde yankılanır.

Hakkâri’nin sert coğrafyası, yürekleri de sertleştirmez aslında; aksine, daha da inceltir. O dağların arasından yürüyen her 112 personeli, sadece karla değil, insanın kırılganlığıyla da mücadele eder. Ve bu mücadele, bir insanın hayatına uzanan en onurlu yolculuktur.

Belki adlarını bilmeyiz. Belki yüzlerini hiç görmeyiz. Ama bilmeliyiz ki, bu küçük şehrin büyük hikâyesi onların ayak izleriyle yazılır.